9 Ekim 2007 Salı

Mynet

Mynet,Türkiye'nin ilk Türkçe portalıdır.1998 yılında kurulmuştur.Şu an Türkiye'nin en büyük İnternet Portalı ve dünyanın en fazla ziyaret edilen dört yüz Internet firmasından birisidir. 14 milyondan fazla üyesi bulunan Mynet'in misyonu, Türk İnternet kullanıcılarının tüm faaliyetlerini kolay, etkin ve ekonomik şekilde gerçekleştirebilecekleri interaktif bir platform yaratmaktır.


Geçtiğimiz Aylarda Bir Grup Türk Hackerlar Tarafından Hacklenen Bir Süre Yayın Verilemeyen Mynet'e Yetkililer hemen müdale etmiştir.

Şirket Emre Ertürk tarafından kurulmuştur.


Hizmetler
E-mail
Adklik
Mynet Arama
Bilen KazanırAstroloji
Beyazperde
EmlakHaberFinans
Fiyatara
Hava Durumu
MynetFotoGaleri
Kadinca
KobiMobil
Mysite
Nevaria
Otomobi
Oyun
Proservis
Seyahat
Sohbet
Spor
Teknolatte
Mynet TV
:V:D:O
KartKonuş
ÖdeTicaret
MerkeziSpor
Mynet İlan
Kurumsal
ICQ
Mynet Blog

Sözlük

Sözlük, bir dilin veya dillerin kelime haznesini (sözvarlığını), söyleyiş ve yazılış şekilleriyle veren, kelimenin kökünü esas alarak, bunların başka unsurlarla kurdukları sözleri ve anlamlarını, değişik kullanışlarını gösteren yazılı eserdir. Eski dilde lügat, kamus denir. Leksikoloji kelimebilimidir. Sözlükçüye leksikografır denir. Lügatçe, sadece bir kitapta geçen terimleri anlatır (glossary).

Sözlükler kelimelerin anlamlarını veya farklı dillerde ki anlamlarını açıklayabilir. Sözlüklerde bir kelimenin birden fazla anlamının olduğu durumlar olabilir, fakat genelde ana anlamı ilk başta gösterilir. Birçok sözlük kelime ile ilgili; okunuşu, dilbilgisi, türemiş kelimeleri, tarihi, etimolojisi, resim, kullanım bilgisi, deyim veya cümle içinde kullanımı hakkında bilgiler de verebilir. Sözlükler genelde kitap halinde bulunmaktadırlar.Sözlükler tek dilli veya çok dilli olabilir. Genel veya özel alanlarla ilgili sözlükler hazırlanabilir. Türleri şöyledir: Ansiklopedik, kavramsal, örnekli, tekdilli, çokdilli, lehçeli, aşanlamlı, karşıtanlamlı, kökenbilimsel, argo, terimler, deyimler, atasözleri, mesleki terimler, karşılaştırmalı.

Sözlüklerde madde başlarını a-be-ce sırası takip eder. Arap harfli eski sözlüklerde madde başı Arapça kelimenin üç harfli kökünün son harfi esas alınarak sıralanırdı. XIV.-XV.yüzyıllar arasında yaşamış olan el-Kamûsü-ı-Muhît (Okyanus Sözlüğü) adlı eseri Türkçeye çeviren Mütercim Asım bu sistemi kullandı.

İlk sözlük olarak İskenderiye Müzesi kütüphanecisi Bizanslı Aristophanes’in hazırladığı eser kabul edilir. İslam dünyasında en önemli sözlük X. yüzyılda yaşayan Fârâblı İsmail Cevheri’nin Sihâh adlı Arapça eseri. Vankulu Lügatı diye bilinen Müteferrika’nın bastığı ilk kitap da bir Sihâh çevirisidir. Türk kültüründe ilk sözlük ise Kaşgarlı Mahmut’un Türkçe’den Arapça’ya Divanü Lügati’t-Türk’üdür.

Harry Potter

Harry Potter, İngiliz kadın yazar J.K. Rowling tarafından, yedi kitap olarak planlanan bir kitap serisidir.

Dünya çapında elde ettiği başarı ve yakaladığı satış rakamlarıyla çığır açmayı başarmış ve edebiyat tarihine geçmiştir. Harry Potter serisinin yedinci kitabı piyasaya çıktığı ilk gün ABD'de 8.3 milyonun üzerinde bir satış rakamı yakalayarak erişilmesi güç bir rekora imza atmıştır. Türkiye de dünyayı sarsan Harry Potter çılgınlığından etkilenmiştir.

Harry Potter serisinin ilk kitabı, Harry Potter ve Felsefe Taşı, 1997 yılında piyasaya çıkmıştır. Yedi kitaplık serinin günümüz itibariyle yedi kitabı tamamlanıp satışa sunulmuştur. Ünlü serinin kitapları, "Dünyanın En Hızlı Satan Kitabı" ve "Dünyanın En Çok Satılan Çocuk Romanı" ünvanlarını şimdiden üstlerine almışlardır. Kitap serisi, sadece çocukların değil her yaştan okurların ilgisini çekmiştir.

Serideki Kitaplar
Harry Potter ve Felsefe Taşı
Harry Potter ve Sırlar Odası
Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
Harry Potter ve Ateş Kadehi
Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Harry Potter ve Melez Prens
Harry Potter ve Ölüm Yadigârları

Binbir Gece Masalları

Binbir Gece Masalları (Arapça: كتاب ألف ليلة وليلة Kitāb 'Alf Layla wa-Layla, Farsça: هزار و یک شب Hazâr-o Yak Šab) Orta Çağ'da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli edebi eserdir. Şehrazad'ın hükümdar kocasına anlattığı hikâyelerden oluşur.

8. yüzyılda Arap Abbasi Halifesi Harun Reşid zamanında Bağdat önemli bir kozmopolit şehirdi, İran, Çin, Hindistan, Afrika ve Avrupa'dan gelen tüccarlar ile dolup taşmaktaydı. Bu dönemde, şehrin kültürel yapısı da gelişmiş, Arap kültürü, özellikle diğer Doğu kültürleriyle harmanlanmıştı. Binbir Gece Masalları'ndaki hikâyeler işte bu dönemde, halk hikâyeleri olarak ortaya çıkmıştır. Sözle aktarılan bu hikâyeler sonunda tek bir eserde derlenmiştir. Hikâyelerin çekirdeğini eski bir Fars (İran) kitabı olan Hazâr Afsâna ('Bin Efsane', Farsça: هزارافسانه) oluşturmuştur. 9. yüzyıl dolaylarında hikâyeleri derleyen ve Arapça'ya çevirenin masalcı Ebu abdullah Muhammed el-Gahşigar olduğu söylenir. Eserdeki hikâyelerin çerçevesini oluşturan Şehrazad öyküsünün esere 14. yüzyıl dolaylarında katıldığı düşünülmektedir. Eser Fransızcaya 1704'te çevrilmiş, ilk modern Arapça derlemesi ise 1835'te Kahire'de yapılmıştır. Fransızca'ya 1704'te çevrilmişse de, eserin ve ihtiva ettiği hikâyelerin bir kısmının daha önceden Batı'ya geldiği düşünülmektedir.

KONUSU:
Hikâyeye göre Fars kralı Şehriyar "Hindistan ile Çin" arasındaki bir adada hüküm sürer (eserin daha sonraki biçimlerinde, Şehriyar'ın Hint ve Çin'de egemenlik sürdüğü yazar). Şehriyar, karısının kendisini aldattığını öğrenir ve öfkelenir, tüm kadınların sadakatsiz, nankör olduğuna inanmaya başlar. Önce karısını öldürtür, sonra da vezirine her gece kendisine yeni bir hanım bulmasını emreder. Her gece yeni bir gelin alan Şehriyar, geceyi geçirdikten sonra tan vakti kadınları idam ettirir. Bir süre bu böyle devam eder, daha sonra vezirin akıllı kızı Şehrazad bu kötü gidişata son vermek için bir plan kurar ve Şehriyar'ın bir sonraki eşi olmaya aday olur. Evlendikleri geceden başlayarak, kardeşi Dünyazad'ın da yardımıyla her gece Şehriyar'a çok güzel ve heyecanlı hikâyeler anlatır. Tam şafak vakti geldiğinde, hikâyenin en heyecanlı yerinde anlatmayı keser. Hikâyenin sonunu merak eden Şehriyar, ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad'ın idamını erteler. Kitabın sonuna kadar, Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı hikayeler yer alır. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuk doğurmuştur ve evlenmelerinin üzerinden uzunca bir süre geçmiştir. Kralın kadınlara olan öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş, Şehrazad'ın sadakatine inanmıştır. Böylece önceki emrini de kaldırır.


"Sultan Şehrazad'ı Affederken", Arthur Boyd Houghton.Eserde bulunan hikâyeler çeşitlidir; şiir, komedi, trajedi ve alaycı olanlarının yanında, aşk hikâyeleri, tarihi ve dini olanlar da mevcuttur. Eserdeki önemli bir nokta da bazılarındaki erotik motiflerdir. Bu bölümler, eserin çeşitli yerlerinin zaman zaman sansürlenmesine neden olmuştur. Eserde, hayalî veya mitik yer ve karakterlerin yanı sıra gerçek yer ve karakterler de yer alır, çoğu zaman hayalî ve gerçek kişiler, olaylar ve yerler harmanlanmıştır. Örneğin, eserdeki birçok hikâyede göze çarpan baş karakter Abbasi Halifesi Harun Reşid'dir.

Bazen Şehrazad'ın anlattığı bir hikâyede geçen bir kahramanın kendine has bir hikâyesi ve o hikâyenin de içinde farklı bir hikâye olabilir. Böylece eser zengin biçimde farklı tabakalardan oluşur.

Popüler kültürü de etkileyen eser, bir bütün olarak ya da içerdiği hikâyeler tek tek filme alınmış, benzer edebi eserlerin yazılmasına ilham kaynağı olmuştur.

7 Ekim 2007 Pazar

Demokrasi Nedir?

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Yunanca demokratia (δῆμος, yani demos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratia iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçe'ye, Fransızca démocracie sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlarda demokrasi ile yönetilebilirler.

Demokrasinin ana yurdu olan Eski Yunan'daki filozoflar Aristo, Eflatun demokrasiyi eleştirmiş, o zamanlarda halk içinde "ayak takımının yönetimi" gibi aşağılayıcı kavramlar kullanılmıştır. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın olarak kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Artık siyaset bilimciler hangi sistemin daha iyi işlediğinden çok hangi demokrasinin daha iyi işlediği tartışmalarına girmişler ve liberal, komünist[1], sosyalist[2], muhafazakar[3], anarşist[4] ve faşist[5] düşünürler kendi demokratik sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu sebeple demokrasinin çok fazla sayıda değişik tanımı oluşmuştur.

Lösev

Lösev lösemili çocuklara yardımda bulunan ve birçok ihtiyacını karşılayan bir vakıftır. 3,5 yıllık bir vakıf olmasına rağmen Türkiye'de ilk lösemili çocuklar hastenesini Ankara'da hizmete sokmuşlardır(Lösante).

Radyo Televizyon Üst Kurulu

1983 yılında 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulunun ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun kuruluş, görev yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usuller belirlenmiştir[1]. Bu amaçla;

Radyo ve Televizyon yayınlarının düzenlenmesi ile yurt içine ve yurt dışına yayın yapılması, Devletin tekelinde, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'na verilmiştir. Dolayısıyla, söz konusu kanunda belirtilen esaslara uygun yayın yapmak şartıyla bazı devlet kurumlarının ikaz ve duyuru maksadıyla radyo istasyonu kurmaları, sürekli ve kesintili radyo yayını yapmaları, kamu kurum ve kuruluşlarıyla gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerinin kapalı devre televizyon sistemi kurmaları ve işletmeleri Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu'nun gözetimine, denetimine ve iznine bırakılmıştır. Ancak, teknolojik gelişmeler ve iletişim alanına giren yeni girişimcilerle, özel radyo ve televizyonların yurt içine yönelik yayınları 1990’lı yıllarda bu alanın yeniden düzenlenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle 1994 yılında, radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesini ve bu alanı düzenleyecek Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun kurulmasını sağlayan 3984 sayılı kanunla devlet tekeli kaldırılarak, her türlü teknik, usul ve araçlarla ve her ne isim altında olursa olsun elektromanyetik dalga ve diğer yollarla yurt içinde ve dışında yapılan radyo ve televizyon yayınları ile ilgili iletişim alanı genişletilmiş, kamu tüzel kişiliği niteliğinde kurulmuş ve kapsamı belirlenmiştir.

İstanbul

İstanbul, yaklaşık 7500 yıl boyunca[kaynak belirtilmeli] çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, Türkiye'nin ve Avrupa'nın en kalabalık şehri. Yaklaşık 11 milyon[1] kişilik nüfusuyla Dünya'daki en kalabalık 8 şehirden biridir. 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. 32 ilçeden oluşan şehir, 41° K 29° D koordinatlarında, İstanbul Boğazı boyunca ve Haliç'i çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. İstanbul, batıda Avrupa yakası ve doğuda Asya yakası olmak üzere iki kıtada yaşam merkezleri olan Dünya'daki tek şehirdir[kaynak belirtilmeli]. Dünya'nın en eski şehirlerinden olan İstanbu, M.Ö. 5500 yıllarında Oy-Urum Atınların beyliği[kaynak belirtilmeli], 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmıştır. Şehir 2010 yılı "Avrupa Kültür Başkenti" seçilmiştir. İstanbul'un tarihi bölgeleri 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınmıştır.

ölüm nedir?

Ölüm, bir canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayati faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir. Canlı varlıkların herhangi bir dokusunun canlılığını kaybetmesine de ölüm denir. Canlının ölümünden bahsedebilmek için, hayati faaliyetlerin bir daha geri gelmemek üzere sona ermesi şarttır. Zira boğulma, donma, zehirlenme tehlikesi geçiren ve kalbi duran kişilerde suni teneffüs ve kalp masajı yapılarak, durmuş gibi görünen solunum ve dolaşım fonksiyonlarının tekrar başlatılması çok kere mümkün olmaktadır. O halde kalp ve solunumun bir süre durması ölüm demek değildir.

Aşk Nedir?

Sevgi veya aşk, tutku düzeyinde sevme olayı. Olağan sevmeden kişinin duygularını yönetememesi durumu ile ayırt edilebilir.

Tutkulu olarak sevmenin en önemli belirtilerinden birisi bu sevmenin çabucak gelip geçmemesidir. Yeni bir karşı cinsi sevdiğinde eskisini kolayca unutabilme karşılığında kullanılan şıpsevdilik ile sevi arasında büyük bir fark vardır. Şıpsevdilikte gözlemlenen gelip geçicilik sevide gözlemlenemez.

Aşkı birçok bilim adamı birçok felsefeci birçok şair açıklamaya çalışmıştır. Bilim adamlarına göre aşk, kimyasal feremon alışverişidir. Schopenhour'a göre ise aşk cinsel sevgidir. Nietzsche'ye göre ise aşk cinsel haz isteğine geçirilmiş bir kılıftır. Peki aşk denen bu karmaşık duygu neden vardır? Yanıt çok kolay; insanda bulunan kalıtımsal türünü sürdürme içgüdüsüdür.

Kurtlar Vadisi

Kurtlar Vadisi, 15 Ocak 2003'te Show TV'de "Bu bir mafya dizisidir." sloganıyla başlayan ve çok ilgi gören bir televizyon dizisidir. Dizi, 4 sezon olmak üzere 29 Aralık 2005 tarihine kadar sürmüştür ve toplam 97 bölümden oluşmaktadır.

Medya Nedir?

MEDYA NEDİR?

Konumuza geçmeden önce medya hakkında yapılmış bazı tanımlara yer vermek kanımızca yararlı olacaktır. Bazıları şunlardır: “Bizim Türkçe’de medya olarak kullandığımız, İngilizce’deki media sözcüğü, araç, orta, ortam aracı, anlamlarına gelen medium (Latince medius) sözcüğünün çoğuludur. Diğer yandan, Türkçe’de “media” sözcüğünü karşılamak üzere, oldukça hantal kaçmakla birlikte, “kitle iletişim araçları” kavramı da kullanılmaktadır. Ancak, kavramın kullanışsızlığı, Türkçe olmasa da, medya daha yakın bir kullanım kazandırmıştır. Bununla birlikte, “medya aracı”, “medyalar” gibi yanlış kullanımlarının da gösterdiği gibi, kavramın kullanışsızlığı medya sözcüğünün, genellikle belirli bir kafa karışıklığıyla birlikte dilimize girdiği de söylenebilir.”(Nalçaoğlu, Halil, (2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları,İst.)


Diğer bir tanımsa şöyledir: “İlk akla gelen ve pek de doğru olmayan tanımlamalar/eşleştirmeler: 1. Medya=televizyon, 2. Medya=teknoloji/araç, 3. Medya=popüler kültür Medya, sözcüğün kökeni itibariyle aracı olan, doğrudan olmayıp etkinlikleri dolayımlayandır. Günümüzde kullandığımız anlamda medyanın 3 boyutu var: 1. Teknoloji-üretim ve kullanıma sunulma süreçleri, 2. Toplumsal ilişkiler (kurumlar)-profesyoneller, medya örgütleri ve medya endüstrisinin iç işleyişi ile diğer örgütler ve toplumsal kurumlarla ilişkileri, 3. Kültürel biçimler/ürünler -gazetelerin, programların, vb.; dolaşıma girme, okurlar ve izleyiciler tarafından alımlanma süreçleri.”( Kejanlıoğlu, Beybin.” BİA Yerel Medya Eğitim Programı” Ankara.) Bu konu hakkında, bu gibi görüşlerin olmasına rağmen günümüzde insanlar arasında medya deyince ilk akla gelen televizyon ve gazetelerdir. İnsanların bilinçlenmesinde ve günümüzde olan olayları takip etmelerine yarayan bir araçtır. Kısa ve basit bir tabirle böyle ifade edebiliriz. Yine aynı şekilde, medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkilemeyebilecek bir güce sahiptir. Bu konuda önemli araştırmalara imza atmış bir araştırmacı olan Rivers (1982), Amerikan medyasını “ikinci hükümet” (second government) olarak nitelendirir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükümet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur. Rivers’ın da vurguladığı (1982, 213) gibi, hükümet politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynar. Ülkemizde 1980’li ve !990’lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal olaylar hatırlandığında bu konu çok daha anlaşılır bir hal alacaktır. Bu araç her zaman kontrol altında tutulmuştur veya tutulmaya çalışılmıştır. Çünkü medya dünyadaki en büyük güçlerden silahlardan biri haline gelmiştir. İnsanları istediği gibi yönlendirebilen, iktidar sahiplerini yerinden koltuğundan edebilecek bir güce sahiptir. Bunun için iktidar güçleri işlerin iyi gittiği dönemlerde medyayla sıkı ilişkiler kurmuş bu ilişkinin bozulmasıyla da yasaklama yoluna gitmiştir. Bu da sansür sorununu doğurmuştur.


Medya denince hangi iletişim araçlarını anlamamız gerekiyor? Medya deyince neyi kastediyoruz? Bunu yukarıda kısaca vermeye çalıştık. Peki bu kavramın içine neler giriyor şimdi biraz da bundan bahsedelim. Kavramı en geniş anlamı ile kullanıldığında, karşımıza çok kişiye ulaşabilen her türden sözlü, yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri(kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler, billboard’lar, radyo, film, televizyon, internet gibi) içeren çok geniş bir iletişim araçları yelpazesi çıkıyor.”(Nalçaoğlu, Halil, (2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları,İst, İşte bu araçlar halkı bilgilendirme ve yaşadığı evren hakkında fikir edinme özgürlüğünü sunuyor.biz bunlardan daha çok gazete ve kimi zaman da televizyonu ele alacağız çünkü en yaygın kitle iletişim araçları bugün için bunlardır. Eğer medyayı kategorilere ayırmak istersek şöyle bir tablo karşımıza çıkar. 1. Aracılık ettiği toplumsal ilişki türlerine göre: a)kişiler arası b) kitlesel c) şebeke (ağ) 2. Kanala/bileşime göre: a) yazılı (gazete) b) elektronik (TV) c) kimyasal (film) 3. Çalıştırdığı duyulara göre: a) görsel b) işitsel c) dokunma duyusuna seslenen (körler alfabesiyle yazılmış kitaplar gibi) d)karma 4. Ödeme/alma biçimine göre: a) doğrudan satın alınan b) doğrudan ödeme yapmadan alınan c) genel erişim için ücret ödenen d) özgül içeriği izlemek için ödeme yapılan 5. Teknoloji kullanımına göre (ör., TV): a) aile TV'si b) kahvelerdeki TV c) konser salonunda sahnedeki dev ekran 6. Medya içeriğine (türe) göre: a) eğlence-kurmaca (TV'de eğlence: i) soap opera, ii) durum komedisi, iii) aksiyon-macera) b) bilgilendirme-haber-gerçeğe yakınlık c) reklam 7. Mülkiyete göre: a) ticari b) devlet sahipliğinde/kontrolünde ama kamu hizmeti c) bağımsız kamusal 8. Medya örgütlerine göre (ör., TV): a) şebeke TV'si (ulusal) b) yerel bağımsız TV istasyonu c)uluslar arası televizyon kanalları(KEJANLIOĞLU, Beybin(2001). “BİA YerelMedyaEğitimProgramı”.İst.) Şimdi ülkemizdeki basın tarihini bakmamız konuyu anlamız açısından önemlidir. Çünkü ülkemiz basın tarihi sansürlerle doludur. Basının ülkemizdeki tarihsel gelişimini vermeye çalışalım.





TÜRK BASIN TARİHİ

Türkiye de yayımlanan ilk gazete, Fransız elçiliğinin Fransızca olarak çıkardığı Bulletin des Nouvelles’dir(1795). İlk Türkçe gazete ise devletin resmi gazetesi niteliğindeki Takvimi Vekayi’dir, daha sonra William Churchill adlı bir İngiliz’in devlet desteği ile çıkardığı yarı resmi Ceridei Havadis (1840) ve Agah Efendi ile Şinasi’nin birlikte çıkardıkları Tercümanı Ahval (1860) yayımlandı. Özel girişim tarafından yayımlanan ilk Türkçe gazete Tercümanı Ahval fikir gazeteciliğinin de öncüsüydü ,1864’ten sonra , yayımlanan gazete sayısı arttı, basınla ilgilenmek üzere Matbuat Umum müdürlüğü kuruldu ve ilk nizam name yayımlandı(1864),

1864-1908

Batıda ki özgürlük ve eşitlik hareketlerinden etkilenen yenilikçi fikir gazetelerine susturmak amacıyla Sadrazam Ali Paşa’nın hazırladığı Ali Kararnamesi,(5 Mart 1867), basın özgürlüğünü ortadan kaldırmıştı. Sadrazam Ali Paşa’nın ölümünden sonra Jön Türkler basın etkinliğini yurda dönerek sürdürdüler. Baş yazarlığını Namık Kemal’in yaptığı İ İbret(1872), kısa sürede kapatıldı. Namık Kemal ve gazetenin yazarları İstanbul dışına sürüldü. II. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla ilk Anayasa hazırlanmış ve Meşrutiyet ilan edilmişti. Ne var ki, Osmanlı Rus savaşı nedeniyle ilan edilen sıkı yönetimle birlikte tün ülkede 33 yıl sürecek baskı dönemi de başlamış oluyordu. Baskı yıllarının en önemli iki gazetesi Şemsettin Sami yönetimindeki Sabah (1875) ve Ahmet Cevdet’in yayınladığı İkdam’dır 1908-1919

24 Temmuz 1908 de ilan edilen Meşrutiyet, basına uygulanan sansürü kaldırınca yalnız İstanbul’da 353 gazete ve dergi birden yayınlanmaya başladı. Dönemin etkili gazeteleri Tanin (Hüseyin Cahit) , Yeni Gazete(Ahmet Emin,Hakkı Behiç,Mehmet Sadık), Volkan(Derviş Vahdeti), Alemdar(Refii Cevat), Peyam (Ali Kemal), Vakit (Hakkı Tarık), Akşam(Necmettin Sadık, Falih Rıfkı, Ali Naci’dir). İttihat Terakki partisine Serbesti gazetesinin iki yazarı Hakan Fehmi (1909 da) ve Ahmet Samim vurularak öldürüldü ve Türk basının ilk şehitleri oldular.


1919-1923

Kurtuluş savaşı sürecinde 4 Eylül 1919’ dan sonra Sivas kongresi’nin yayın aracı İradei Milliye gazetesi, Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişiyle birlikte Hakimiyeti Milliye gazeteleri yayınlandı(1920). Ankara’ya taşınan Yeni Gün ve Öğüt dışında İstanbul’da yayının sürdüren Akşam, Vakit ve Tasviri Efkar kurtuluş savaşını desteklediler. Peyamı Sabah ve Alemdar’sa Ankara hükümetine cephe aldı.




1923-1939

Cumhuriyet hükümeti yeni rejimi kurmak ülkede birlik ve bütünlüğü sağlamak gibi gerekçelerle basına ağır kısıtlamalar getirmiş,güdümlü bir basın yaratmıştı. Dönemin ünlü gazetecileri Hüseyin Cahit , Velit Ebüzziya, Ahmet Cevdet ve Lütfi Fikri, hilafet konusundaki yayınları nedeniyle İstanbul istiklal Mahkemesi’nce yargılandılar 1923. Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra kabul edilen Takriri Sükun kanunu basın üzerindeki kısıtlamaları arttırdı. İktidarı desteklemeyen gazete ve dergiler kapatıldı yazırları yargılandı. 1928 oe gerçekleşen alfabe değişikliği basını derinden etkiledi, kapanma tehlikesi geçiren bazı gazete ve dergilere hükümetçe para yardımı yapıldı. Dönemin başlıca gazeteleri Akşam, Cumhuriyet, Tan , Hakimiyeti Milliye(1934’den sonra Ulus )ve Vakittir.

1939-1945

II. Dünya savaşı boyunca İstanbul’da devam eden sıkı yönetim sebebiyle basın özgürlüğü kısıtlı kaldı. Beyoğlu’nda bir İngiliz diplomatına yapılan suikast haberini “resimli olarak” yayımladıkları için kapatılan Vakit , Akşam, Yeni Sabah, Son Posta , Tan , Halk ve Tasviri Efkar gazeteleri (Mart 1941) uygulamaya bir örmekti.





1945-1950

Çok partili yaşam basında belirli bir canlanma yaratmış , tirajlar artmıştı. Demokrat partiyi destekleyen Cumhuriyet ve Vatan’ın tirajları 50 bine kadar çıktı. Akşam , Tasvir , Yeni sabah, Ulus , Tanin ,Hürriyet,Zafer , Milliyet,Yeni İstanbul, Son Posta, demokrat İzmir ,Yeni Asır , Kudret dönemin önde gelen gazeteleriydi. Sedat Simavi’nin çıkardığı Hürriyet (1 Mayıs 1948) yerleşik gazetecilik anlaşışına köklü değişiklikler getirdi.

1950-1960

DP (14 Mayıs 1950), basın üzerindeki denetimi azaltan basın kanunu kabul etmişti, ama kısa süre sonra iktidarla basını ilişkileri gene bozuldu. Pek çok gazeteci ve yayın organı hakkında davalar açıldı, hapsedilenler oldu ; kağıt tahsisi ve resmi ilanlar yoluyla , bası denetim altında tutulmaya çalışıldı.




1960-1970

DP iktidarına son veren 27 Mayıs askeri müdahalesinden (1960) sonra Milli Birlik Komitesi’nin çıkardığı yasalar basına önemli ölçüde özgürlük getirmişti.

1970-1980

12 Mart döneminde çok sayıda dergi ve gazete kapatılırken, 1973 seçimlerinden sonra basın yeniden canlandı. Sağ kesinde Milli Selamet Partisi Milli Gazeteyi , Milliyetçi Hareket Partisi Hergün’ü yayınlarken , sol kesimdeyse Politika ,Vatan , Aydınlık , Demokrasi ve Yeni Ortam gibi gazeteler yayınlandı.

1980’den günümüze

1979 da ilan edile sıkı yönetimin pek çok yayının basım ve dağıtımını yasaklamasının ardından 12 Eylül askeri müdahalesi basın özgürlüğüne ağır bir darbe vurdu, darbenin ilk günü Demokrat , Aydınlık ve Hergün gibi köktenci solcu ve sağcı gazeteler kapatıldı. Hürriyet ve milliyet lider gazeteler olmaya devam etti ; Cumhuriyet büyük okuyucu kaybına uğradı; 1985 de sabah gazetesi de bu kafileye katıldı.(Thema Laruusse(1993-1994). Syf. 438-439. Milliyet Gazetecilik Aş. İst.) Bu kısa açıklamadan sonra iktidarlar ve medya arsındaki ilişkiler deyinelim.

MEDYA VE İKTİDAR İLİŞKİSİ

Her toplumda bası başlangıçta dini daha sonra da siyasi otoritenin düşüncelerin özgürce ifade edilmesini engelleyen çeşitli baskı , sansür veya doğruda yasaklarıyla karşı karşıya kalmıştır . bu yüzden de basının yani medyanın siyasi otoriteye karşı sürekli bir varoluş mücadelesi vermesi gerekmiştir. Basın sınırsız özgürlük ister siyasal iktidarlarsa basını hiç olmazsa yasal çerçeveler içinde tutma amacı güderler. Özgürlüğün “ siyasal iktidar – kişi ilişkisi” kavramı içinde ele alındığı çağdaş demokratik rejimlerde devlet , kişi özgürlüklerin sağlayacak toplumsal yapıyı korumakla yükümlü aygıt olarak tanımlanmaktadır. Buna göre kişi, anayasal düzene uygun düşünmek zorunda değildir. Anayasaya ve kanunlara uygun davranmam, düzeni anayasada yer almayan yöntemlerle değiştirmeye kalkmamak zorundadır. Söz konusu bu durum, anayasal kurallar içinde düzeni değiştirmeye yönelik düşünceleri de özgürce dile getirmeye engel değildir. Bu çerçevede düzeni değiştirmeyi amaçlayan düşünce ve görüşlerini de özgürce açıklanmasını siyasal iktidarda içinde olmak üzere her kurum ve kuruluşun özgürce eleştirilmesini , halkın haber almasını, öğrenmesini, olaylar ve sorunlar üzerinde düşünmesini sağlayacak araç basın yayındır(medya). Dolayısıyla bir ülkede anayasa ve yasalarla düşünceye sınır getirilmesi, gazetecilerin , yazarların yazarken , haber verirken ceza korkusuyla kendi kendilerini denetlemeleri sonucunu doğurur. Bu denetleme de düşüncenin özgürce açıklanmasına engel olacağından , “dolaylı sansür” anlamına gelir. Basının özgürce çalışmasını engelleyecek her şey, örtülü veya gizli sansür olarak kabul edilmektedir. Medya ve iktidar veya siyaset ilişkisi kimi zamanlar ülkeler için sıkıntılı zamanlara neden olmuştur. Bazı sıkıntılar yaşanmasına rağmen medya ve iktidar genelde birbirini tamamlayıcı, birbiriyle uyumlu bir şekilde hareket etmişlerdir. Medya iktidarlar yaratabildiği gibi iktidarları da yıkabilmektedir. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. “Yine aynı şekilde, medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkilemeyebilecek bir güce sahiptir. Bu konuda önemli araştırmalara imza atmış bir araştırmacı olan Rivers (1982), Amerikan medyasını “ikinci hükümet” (second government) olarak nitelendirir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükümet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur. Rivers’ın da vurguladığı (1982, 213) gibi, hükümet politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynar. Ülkemizde 1980’li ve !990’lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal olaylar hatırlandığında bu konu çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.” Böyle güçlü bir aracı yönetime gelen iktidar sahipleri de elbette kontrol etmek isteyeceklerdir. Bu anlaşabildikleri oranda uyum içinde olacaktır. Fakat işler tersine dönünce iktidar sahipleri kimi yasalarla medyayı baskı altına alıp ve bunu çeşitli sebeplerle meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. Mesela; ”Türk aile yapısına, genel ahlaka, kamu düzenine aykırı ve zararlı içeriklerini gündeme getiriyorlar. Burada önemli olan nokta, bütün bu iddiaların, siyasal otoriteler tarafından yasaklamacı bir anlayışı meşrulaştırmak üzere kullanılması.” (İNAL, Ayşe(2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) Ekonomik nedenler, ulusal güvenlik, dış ilişkiler vs. gibi nedenlerde bunların içinde sayılabilir. Ve bunun inkar edilecek bir yanı yoktur.”Sözgelimi, siyasal iktidarların medya üzerinde doğrudan baskı kurarak etkilemeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.”( NALÇAOĞLU, Halil.(2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) “1990’ların başına damgasını vuran körfez savaşı’nda Amerikan federal hükümetinin ve Pentagon’un habercileri nasıl bir kısıtlama içine soktuklarını hatırlıyoruz.” ”( NALÇAOĞLU, Halil. (2003), Medya ve Toplum, Ips İletişim Vakfı Yayınları, İst.) Yakarıda verilenler gösteriyor ki medya ve iktidar hep bir ilişki içinde bu ilişkiyi biraz daha açacak olursak şunları söyleye biliriz. Medya ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerin iki ana başlık altında ele alınabileceğini ortaya koymaktadır; 1. Ekonomik İlişkiler, 2. İdeolojik İlişkiler. Medya elitleri ile siyasi elitler arasındaki ilişki, karşılıklılık esasına dayanır. Grant (1995: 84-88) medya ile onun siyasi ve toplumsal çevresi arasındaki ilişkileri etkin bir şekilde ortaya koyar. Medya ile siyaset arasında kurulu olan bu “al gülüm, ver gülüm” ilişkisi, özellikle iktidardaki siyasi elitler ile medya arasındaki ilişkilerde daha bir kolaylıkla gözlemlenebilir. En basit olarak medya, bir siyasi partiye o partinin basın-yayın organı gibi hizmet edebilir. O partinin sesini kamuoyuna duyurarak, sıklıkla destek verdikleri siyasi grubun belirli konulardaki temel görüş ve fikirlerine, partinin ideolojisi ve politikalarına uygun doğrultuda yayınlar yaparak, o parti lehine kamuoyu yaratmak yolunda önemli hizmetler yerine getirebilirler. Yine aynı tür hedefler doğrultusunda medya, destekledikleri partinin rakibi siyasi partiye ya da partilere saldırarak, onların aleyhinde yayın yapıp karşıtı fikirleri destekleyerek de yine yandaşı oldukları partinin kamuoyundaki popülaritesini ve oy potansiyelini arttırma amacına yönelik hizmetler yerine getirebilir. Bir siyasi parti, medyanın da desteği ile iktidara geldiğinde, bedel ödeme sırası, o siyasi partiye gelecektir. Elde ettiği iktidar nimetlerinin hiç değilse bir kısmını, seçim döneminde kendileri için yapılmış olan paha biçilmez hizmetlerin karşılığı olarak, destekçileri ile paylaşmak, olağan bir görev olacaktır onlar için: Yeri geldiğinde çok cazip koşullarda kredi kanalları açılacak, kimi zaman destekçiler aleyhine sonuçlar doğurabilecek yasal düzenlemelerin parlamentodan geçmesini engellemek için canla başla çalışılacak, bazen de sadık dostlar lehine gelişmeler doğurabilecek yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi için elden gelen esirgenmeyecektir. Ya da, yine vefa borcunun bir gereği olarak, kamu sektörüne ait kuruluşların reklam ve tanıtım bütçelerinden ayrılacak cömert paylarla yapılan hizmetlerin karşılıkları fazlasıyla ödenecektir. Marksist yaklaşımdan hareket eden düşünürler medyayı, toplumların iktidar yapısının ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Onlara göre medya, toplumlardaki dominant kurumların perspektiflerini şekillendirici bir etkiye sahiptir. Yeri geldiğinde bunlara yeni bir görünüm verip, onları yeniden şekillendirir. Kuşkusuz medya, toplumdaki etkin güçlerden yalnızca bir tanesidir. Bu toplumsal güçler birbirleriyle yakın etkileşim ve ilişki içindedir. Nasıl ki medya, hem toplum hem de öteki toplumsal güçler üzerinde bir etkileme gücüne sahipse, böylesi toplumsal güçler de medya üzerinde belli bir etkileme gücüne sahiptir. Özellikle “iktidar elitleri” olarak da tanımlayabileceğimiz politik gücü ellerinde bulunduran siyasi elitler, en azından potansiyel olarak, medya üzerinde büyük bir baskı oluşturabilme ve medyayı kontrol altında tutabilme gücüne sahiptirler. İktidarın, medya üzerindeki bu etkileme gücünü, zaman zaman farklı şekillerde kullandıklarına sıkça tanık olunur. Hatta, yasama gücünü elinde bulunduran bu siyasi elitler, “gizlilik” ya da “ulusal güvenlikle ilgili” gibi gerekçeleri de kullanarak, isterlerse medyanın haber alma ve bilgi toplama özgürlüklerine sınırlamalar da getirebilirler. İktidar elitlerinin medya, özellikle de televizyon kuruluşları üzerinde uyguladıkları bu türden baskılara az ya da çok, gelişmiş ya da gelişmekte olan her toplumda rastlamak mümkün. Etzioni’nin de vurguladığı gibi (1993: 183-4), hükümetler tarafından, televizyon programlarına kimi zaman kısmi sansür uygulandığına, bazen de kimi programların yayından kaldırıldığına yada yayının tamamen yasaklandığına, İngiltere’den Amerika’ya bütün gelişmiş toplumlarda rastlanır. Aynı değerlendirmeler, hiç kuşku yok ki ülkemiz için de geçerlidir. Yayınları kısmen yasaklama veya programları tamamen yayından kaldırma türünden uygulamalara ülkemizde de, özellikle de 1980’li ve 1990’lı yıllarda sıklıkla tanık olunmuştur. İngiliz hükümetinin, İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA) liderlerinin yalnızca fikirlerinin değil görüntülerinin bile yayınlanmasına çok katı yasaklar koymuş olduğu herkesçe bilinir. Yine İngiltere’de, 1988 yılında Thatcher hükümeti döneminde, yirmiyi aşkın kişi, “Kamu Sırları Kanununu” (Official Secrets Act of 1911) ihlal suçunu işledikleri gerekçesiyle kovuşturma geçirmiştir. 1990 yılı başlarında da bu yasada yeniden bir düzenleme yapma yoluna gidilerek yeni bir “Kamu Sırları Kanunu” hazırlanmıştır. Etzioni’nin de vurguladığı gibi (1993: 184), yine İngiliz hükümetleri BBC’nin etkin yönetim birimlerine ve yönetim kurulu üyeliklerine, kendi hükümet politikalarına ve siyaset anlayışlarına sempatisi olan bireyleri atayarak, medyayı kontrolleri altında tutma yöntemini sıklıkla kullanmışlardır. Burada BBC’nin, John Rex’in de belirttiği gibi (Stanworth & Giddens, 1974: 218), çalışanlarının çoğunlukla Oxford, Cambridge gibi tanınmış elit üniversitelerinden yetişmiş kişiler olduğu, bir medya kuruluşu olarak kalitesinin yalnızca İngiltere’de değil, bütün dünyada kabul gördüğü gerçeği de unutulmamalıdır. Görülüyor ki, siyasi elitler yeri geldiğinde dünyanın en saygın medya kuruluşlarına bile müdahale edebilmekte, onların neyi-nasıl yayınlayacaklarına ya da yayınlamayacaklarına karar verebilmektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi egemen güçler bir şekilde medyaya müdahalede bulunup oluşabilecek kötü sonuçlara önceden önlem alma istediği duyuyorlar ve bu da bizim karşımıza sansür olarak çıkıyor. Bütün bu yakarıda verdiklerimizden sonra devletle karşılıklı işbirliği içinde olup daha sonra bir anılaşmazlık içine düşen medya patronları veya medya kuruluşları dışında bu türden bir ilişki içinde olmayıp sadece görevi olan halkı bilinçlendirme ve halkın haber alma özgürlüğünü kullanabilmesini amaç edinen medya kurumları da bu tür baskıara maruz kalmaktadırlar ve bu kuruluşların daha kötü sonuçlarla karşılaşması da muhtemel sonuçlardandır. Ama bir şekilde devlet kendi gücünü sürdürebilmek için her dönem bu tür engellemelere başvurmuştur. Son dönemde ülkemiz de hükümet ve medya arasıda ki gerilim sansür söylemlerinin gündeme gelmesine neden olmuştur. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz: “Demokrasiyi henüz özümleyememiş ülkelerin başında gelen Türkiye'de işler kötü gitmeye başlayınca, siyasal iktidarların ilk yaptığı iş medyaya saldırmaktır. Demokrasi kültüründen nasibini almamış (alamamış) siyasetçiler iktidara gelince, muhalefette iken baş tacı ettikleri medya ile zıtlaşmaya başlarlar. Çünkü her iktidar kaçınılmaz olarak küçük ya da büyük hatalar yapar. Medyanın görevi daha doğrusu varlık nedeni ise olup bitenleri ve tabii bu arada yapılan hataları kamuoyuna aktarmaktır: Olayları ve olguları kamuoyuna aktarmayan medya yaşayamaz. Tabii iktidara gelen parti hata yapmaya başlayınca, bu durum medya aracılığıyla kamuoyuna da yansır. Tam bu noktada, politikacıların demokrasi kültürsüzlüğü devreye girer ve iktidar, uygulamasındaki olumsuzlukları kamuoyuna yansıtan medyayı suçlamaya başlar. İşte medyanın suçlanmaya başlandığı bu nokta, iktidardaki partinin düşüşe geçtiği anı belirler.”( KONGAR, Emre (2004). “İktidar Medyaya Saldırmaya Başlayınca”, İst.) Buradan da anlaşılacağı gibi ülkemizde iktidarın işleri kötü gitmeye başlayınca ve medya da bu kötü gidişi kamuoyuna duyurmaya başladığı zaman iktidar’ın ilk aklına gelen çeşitli sebepler öne sürerek sansür mekanizmasını devreye sokmaya çalışmaktadırlar. İktidarla medya arasıdaki ilişkiyi vermeye çalıştıktan sonra “sansürü” daha ayrıntılı ele almaya çalışalım. SANSÜR Buradan hareketle konumuza yani medya ve iktidar ilişkisinden hareketle sansür konusunu açıklamaya çalışacağız ve bunun halkın haber alma özgürlüğüne etkisini ortaya koymaya çalışacağız.Genel olarak ele almaya çalıştığımız medya – iktidar – sansür ilişkisini ele almadan önce Türkiye’de ki sansürün tarihini kısaca vermek faydalı olacaktır. Sansürün Kanlı Tarihi Avrupa’da Gutenberg’in geliştirdiği baskı makinesi kullanılmaya başladıktan kısa süre sonra aynı teknik Yahudiler tarafından Osmanlı ülkesine de getirildi(1493-1504). Arap harfleriyle kitap basmaları ve kışkırtıcı yayın yapmamaları şartıyla, gayrı müslim azınlıklara basımevi açma izni verildi. Müslümanların basım işleriyle uğraşması üzerindeki devlet yasağı yaklaşık yirmi yıl sonra kaldırıldı(1727). Devlet çeşitli sebeplerle kitap, gazete ve dergi basımını geciktirdi. Başlangıçta basım işlerinin yasa ve yönetmeliklerle düzenlenmesi yeterli görülüyordu. Ancak özel basımevlerinin çoğalması ve gazeteciliğin gelişmesiyle mirlikte, basın-yayın etkinliklerini denetim altında tutmak için baskı ve sansür yöntemleri uygulanmaya başladı. Bu amaçla çıkan yasalar gazetecinin tutuklanmasından sürgün edilmesine, gazetelerin toplatılmasından yayının yasaklanmasına kadar değişen ağırlıkta maddeleri içeriyordu. Aynı tutumun özü değişmeden günümüze kadar sürdüğünü söylemekte abartı yoktur. Cumhuriyet döneminin demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındığı çeşitli evrelerinde de basın özgürlüğü hemen hemen bütünüyle ortadan kaldırıldı. Öldürülen ilk gazeteci ,II. Meşrutiyet döneminde iktidarda ki İttihat ve Terakki Partisi’ne en sert muhalefeti sürdüren Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi’dir. Onu, Sadayı Millet gazetesi başyazarı Ahmet Samim’in öldürülmesi izledi ve günümüze kadar pek çok gazeteci siyasi nedenlerle öldürüldü. Gazeteci cinayetleri genellikle ülkede siyasi iktidara muhalefetin arttığı, istikrarsızlık belirtilerinin çoğaldığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Öldürülen gazetecilerin çoğunluğu iktidarla sert tartışmalar girmiştir. Bu cinayetlerde çoğunlukla muhalif gazetecilerin öldürülmesi, faillerin yakalanamaması, kamuoyunda ve basın çevresinde devlete karşı güvensizlik ve kuşkuların doğmasına yol açar. Bu değerlendirme tarih ve dünya genelinde doğrudur. Ne var ki yıllardan beri , Türkiye’de olduğu kadar hemen bütün dünya ülkelerinde de gazeteciler , siyasi iktidarlar marifetiyle değil,terör örgütlerince düzenlene suikastlar sonucu can vermektedir. Zira gazetecinin savunmayı meslek edindiği ilkeler, iktidarlar kadar hatta daha çok, sağcı-solcu,ileri- gerici terör örgütlerini rahatsız ediyor; gazetecileri hedef alan cinayetler de , onların sansür uygulamasıdır. Dönemlere ayırarak bakacak olursak şöyle bir tablo çıkar önümüze;





1864-1908 Batıda ki özgürlük ve eşitlik hareketlerinden etkilenen yenilikçi fikir gazetelerine susturmak amacıyla Sadrazam Ali Paşa’nın hazırladığı Ali Kararnamesi,(5 Mart 1867), basın özgürlüğünü ortadan kaldırmıştı. 1923-1939 Cumhuriyet hükümeti yeni rejimi kurmak ülkede birlik ve bütünlüğü sağlamak gibi gerekçelerle basına ağır kısıtlamalar getirmiş,güdümlü bir basın yaratmıştı. Dönemin ünlü gazetecileri Hüseyin Cahit , Velit Ebüzziya, Ahmet Cevdet ve Lütfi Fikri, hilafet konusundaki yayınları nedeniyle İstanbul istiklal Mahkemesi’nce yargılandılar 1923. Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra kabul edilen Takriri Sükun kanunu basın üzerindeki kısıtlamaları arttırdı. İktidarı desteklemeyen gazete ve dergiler kapatıldı yazırları yargılandı. 1939-1945 II. Dünya savaşı boyunca İstanbul’da devam eden sıkı yönetim sebebiyle basın özgürlüğü kısıtlı kaldı. 1950-1960 DP (14 Mayıs 1950), basın üzerindeki denetimi azaltan basın kanunu kabul etmişti, ama kısa süre sonra iktidarla basını ilişkileri gene bozuldu. Pek çok gazeteci ve yayın organı hakkında davalar açıldı, hapsedilenler oldu ; kağıt tahsisi ve resmi ilanlar yoluyla , bası denetim altında tutulmaya çalışıldı. 1970-1980 12 Mart döneminde çok sayıda dergi ve gazete kapatılır. 1980’den günümüze 1979 da ilan edile sıkı yönetimin pek çok yayının basım ve dağıtımını yasaklamasının ardından 12 Eylül askeri müdahalesi basın özgürlüğüne ağır bir darbe vurdu, darbenin ilk günü Demokrat , Aydınlık ve Hergün gibi köktenci solcu ve sağcı gazeteler kapatıldı. .(Thema Laruusse(1993-1994). Syf. 442. Milliyet Gazetecilik Aş. İst.) Görülüyor ki Türkiye çok sık sansür ve devlet müdahalesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu da insanların bilgilenme ve devletin yaptığı çalışmalardan “iyi veya kötü” haber almasına engel olmuş ve bu demokrasi adına Türkiye’de büyük yaralar açmıştır. Şimdi devletlerin neden sansüre ihtiyacı olduğuna deyinmeye çalışalım.


NEDEN SANSÜR? Her toplumda bası başlangıçta dini daha sonra da siyasi otoritenin düşüncelerin özgürce ifade edilmesini engelleyen çeşitli baskı, sansür veya doğruda yasaklarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden de basının yani medyanın siyasi otoriteye karşı sürekli bir varoluş mücadelesi vermesi gerekmiştir. Basın sınırsız özgürlük ister siyasal iktidarlarsa basını hiç olmazsa yasal çerçeveler içinde tutma amacı güderler. Özgürlüğün “ siyasal iktidar – kişi ilişkisi” kavramı içinde ele alındığı çağdaş demokratik rejimlerde devlet , kişi özgürlüklerin sağlayacak toplumsal yapıyı korumakla yükümlü aygıt olarak tanımlanmaktadır. Buna göre kişi, anayasal düzene uygun düşünmek zorunda değildir. Anayasaya ve kanunlara uygun davranmam, düzeni anayasada yer almayan yöntemlerle değiştirmeye kalkmamak zorundadır. Söz konusu bu durum, anayasal kurallar içinde düzeni değiştirmeye yönelik düşünceleri de özgürce dile getirmeye engel değildir. Bu çerçevede düzeni değiştirmeyi amaçlayan düşünce ve görüşlerini de özgürce açıklanmasını siyasal iktidarda içinde olmak üzere her kurum ve kuruluşun özgürce eleştirilmesini , halkın haber almasını, öğrenmesini, olaylar ve sorunlar üzerinde düşünmesini sağlayacak araç basın yayındır(medya). Dolayısıyla bir ülkede anayasa ve yasalarla düşünceye sınır getirilmesi, gazetecilerin , yazarların yazarken , haber verirken ceza korkusuyla kendi kendilerini denetlemeleri sonucunu doğurur. Bu denetleme de düşüncenin özgürce açıklanmasına engel olacağından , “dolaylı sansür” anlamına gelir. Basının özgürce çalışmasını engelleyecek her şey, örtülü veya gizli sansür olarak kabul edilmektedir. .(Thema Laruusse(1993-1994). Syf. 442. Milliyet Gazetecilik Aş. İst.) İster demokratik olsun ister faşist, ister güçlü olsun ister zayıf, her iktidar muhalefet etmeyen, kendi dümen suyunda bir basın ister. Bunun için de örtülü ya da örtüsüz sansür uygular. Sansür, kamu yararı adına ahlakî, dinsel, ideolojik vs. değerlerin korunması için basın, edebiyat, sanat ve bilim alanındaki söz, yazı veya resmin gösteriminin, dağıtımının hükümetçe önceden izne bağlanması, denetlenmesi veya tümden yasaklanması olarak tanımlanmaktadır. Tarihte ilk sansürün nerede uygulandığı bilinmese de, sınıflı toplum düzenine geçilmesi ve devletin ortaya çıkmasıyla birlikte sansürün de başladığı söylenebilir. Eski Yunan’da Sokrates’ın düşüncelerinden dolayı yargılanarak idam edilmesi bilinen ilk ve en kaba sansür örneği olarak zikredilmektedir. Sansür, Türk tarihinde de eksik olmadı. Osmanlı’nın mutlakiyet döneminde fetva ve fermanlar ile uygulanan sansür Tanzimat döneminde Matbuat Nizamnamesi (1864) ve Âli Kararnamesi (1867) ile, Meşrutiyet döneminde Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyeti (1881) eliyle kurumsallaştırıldı. II.Abdülhamit (1876-1908) döneminde öndenetim ve kapatmayı da aşarak, sözcük yasaklarıyla akıl ve mantık sınırlarını zorlayan boyutlara ulaşan sansür 1908 ihtilalinde kalktıysa da özgürlük dönemi bir yıl bile sürmedi. Sadece bir yıl sonra geri gelen yasal sansür 1909 yılında başlayan silahlı sansürle desteklendi; yakın yıllara kadar süren silahlı sansür uygulamasında onlarca gazeteci yazar öldürüldü. Yasalarla düzenlenen sansür, medyanın yazmasına, göstermesine izin verilen alanı belirler. Yasaların öngör(e)mediği alanlarda ise oto sansür gerekli perdeleme ve karartma işlevini yerine getirir. Oto sansür maddi temelini, medya sermayesinin siyasi iktidar ile kredi ve ihale ilişkilerinde bulur. İdeolojik düzlemde ise, sermaye medyası zaten burjuvazinin siyasal, ideolojik ve ekonomik çıkarlarının belirlediği çerçeve içerisindedir. Bu çerçevede, patron ve yüksek maaşlı yöneticileri grubun ekonomik çıkarlarını elde etmek için siyasi iktidarın uydusu haline gelir; dünyaya sermayenin ve devletin gözlüğüyle bakan maaşlı fikir işçisi de politikacıyla birlikte ülke yönetimine ‘katılır’, ekonomi bakanıyla birlikte ekonomiyi ‘yönetir’, dışişleri bakanıyla birlikte dış politikaya ‘yön verir’, polisle birlikte operasyonlara katılıp sanıkları sorgular, askerle birlikte karşı pusuya yatar…İşçi sınıfı hareketinin veya sermaye egemenliğini rahatsız edecek toplumsal bir hareketin varolduğu koşullarda da sermaye medyası, patronu ve işçisiyle birlikte düzeni savunma misyonunu üstlenir. Medyaya atfedilen kamu gözcülüğü misyonu, kapitalist düzende asla gerçekleşmeyecek bir kuruntudan ibarettir.(Medya İzleme Raporu, Nisan 2004) Bu tanım dışında devletlerin ne tür sansürlere baş vurduklarını da vermemiz gerekmektedir. Bu bizim, devletlerin neden sansüre ihtiyaç duyduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır. John Keane’nin “Medya ve Demokrasi” adlı kitabında anlatılanlara göre birbiriyle bağlantılı 5 siyasal sansür türünden bahseder bunları “ideal tipler” olarak sunar ve aşinalık sırasına göre inceler. 1) Olağanüstü hal erkleri: hükümetlerin, medyanın bazı bölümlerini zorbalıkla sindirerek yola getirme girişimleri talimatlar , tehditler, yasaklamalar ve tutuklamalarla Batı demokrasilerinde de kendisini hissettirmeye devam ediyor. Bu türden siyasal baskı teknikleri ikiye ayrılıyor:( Amerikan anayasa çevrelerince adlandırıldığı üzere) Ön engelleme denince akla söz konusu yayının (sözlü, görsel yada basımlaş) devlet yetkililerince önceden denetlenmesi geliyor ki bunu kapsamına, hükümet sözcüleriyle dostça konuşma kokteyllerden , basit isteklere, telefonla yapılan uyarılardan zorunlu ve ihtiyari kuralların konulmasına kadar resmi yada gayrı resmi tüm yollar giriyor. Yayım – sonrası sansür ilk baskı aşamasından dağıtıma kadar uzamıyor. Bu , sivil topluma daha önce ulaşmış yayınlara karşı yapılan yasal girişimleri de kapsayabilir. Sonucu, kitapların yada görsel malzemenin ( fotoğraflar yada resimler, filmler ve videolar) yasaklanması , parçalanması , yakılması, yeniden sınıflandırılması yada toplanması olabileceği gibi, o malzemenin üretildiği teknik araçlara el konması da olabilir. Yayım sonrası sansür gazetelerin, basımevlerinin, radyo ve televizyon istasyonlarının kapatılması sonucunu da doğurabilir. Kimi “devlet aleyhtarı” örgütlerin yasaklanmasına , gazetecilerin bu gibi örgütlere duydukları sempatiyi açıkladıkları için “terörizmi hoş görmek”le suçlanarak sansür edilmelerine ve cezalandırılmalarına yol açabilir.Özellikle (iddiaya göre) bunalım dönemlerinde, medya üzerindeki siyasal baskının bu iki alt kategorisi çoğu kez birleşir. 2) Silahlı gizlilik: Modern devlet erki gizlilik perdesine saklanmış polise ve askeri organlara dayanarak başarılı olur. Bunun nedeni açıktır: Devlet yetkililerinin yeril ve yabancı hasımlarını atlatmalarının en iyi yolu, onların etkinliklerini (kendileri gözetlenmeden) gözetleyerek ne yapacaklarını öğrenmeleridir.”Baskıcı devlet kurumları” nın palazlanmasının ardındaki bu dinamiği 20. yüzyıl demokrasilerinde açıkça görebiliriz. Gizlilik , kurnazlık ve örgüt içinde zorunlu tek görüşlülüğe dayanan polis ve askeri aygıtlar demokratik devletlerin normal özellikleri arasındadır. Bunlar aynı zamanda siyasal demokrasiye ve iletişim özgürlüğüne taban tabana zıttır. 3) Yalan söylemek: Siyasette yalan söylemek demokratik “ve diğer” rejimlerin özelliklerinden biridir. Son yıllar içinde “olguları bozma yöntemleri”(Arendt) iki yeni yöntem eklendi siyasal yalan söyleme sanatı Madison Avenue halkla ilişkiler uzmanının tatlı sert yaklaşımını, “iyi niyetli kaçamağını” ve laf ebeliği taktiklerini benimsedi. Nice hükümet sözcüsü tarafından her gün uygulanan sanat işte budur: eleştirmenleri yanlış yönlendirmek, sinirleri yatıştırmak, gazetecileri memnun etmek, toplum tarafından inanabilecek haberler üretmek. Siyasal yalan söyleme sanatı bazen de profesyonel sorun çözümlerin teknokratik yöntemlerine sarılı olarak çıkıyor ortaya. Vietnam Savaşı sırasında amerikan devletinin sivil ve askeri tüm katmanlarını mantar gibi sarmış olan rutin yalanlar bu öbeğin içindeydi: kendi mesleki geleceklerini düşünen aslar tarafından Washington’a sunulan “ gelişme raporları” tahrif edilmiş bombalama raporları ve “ara-bul-ve-yok et” operasyonlarının düzme ceset sayımları gibi… Bu teknokratik yalan biçimi, modellerle ve varsayımsal senaryolarla besleniyor. Kendisini kendi ürettiği varsayımların odasına kapatıp, tüm kapıları kapıyor ve tüm pencereleri örtüyor. Sağduyudan hiç hoşlanmadığı gibi, kazara olabileceklerden nefret ediyor. Kuvvetini düşünce üreten araştırma kuruluşlarında, danışmanlarda, formüllerde ve maraton bilgilendirme kampanyalarında buluyor. Birbiriyle en ilgisiz durum olay ve kişileri birleştiren ve görünüşe bakılırsa anlaşılır hale getiren sözde bir bilimsel dil kullanıyor. 4) Devlet reklamcılığı 5) Korporatizm: 20. yüzyılda hükümetin işlevlerinin özel kesimin örgüt ağları tarafından yerine getirilmesi, pazarlık, ihsan yada sözleşme ile yapılması , sıradan bir olay haline geldi. Kamusal önem taşıyan pek çok karar devlet yetkilileri, yasama organları ve pazarlar tarafından değil, toplumsal grupların temsilcileri yada sivil toplumun bu grupları ile devlet arasında yapılan uzlaşmalarla alınıyor. Bu türden korporatist usuller devletin kendi işlevlerinden birçoğunu başlıca iktidar gruplarının siyasi erki paylaşmak için taleplerde bulunduğu sivil toplumun devlet dışı örgütlere aktarmasının sonucudur. Böylece, devlet ile sivil toplumların sınırları iç içe geçti. Bu ikisi arasında “ kamu” yetkilileri ve devlet aygıtları ile “devlet-dışı” kurumların pazarlığı, itişip kakışması ve kaypak uzlaşmaları bulunuyor. Korporatizm, çıkar grupları ve örgütlerine pazarlıkla resmi statü veren bir devlet müdahalesi sürecidir; bu statüyü kazanan grup ve örgütler kamu siyasetlerinin formüle edilmesi ve/veya yürütülmesi görevini az yada çok ölçülerde yüklenmiş olurlar. Korporatizm stratejik olarak önem taşıyan işlevsel grupları devletin içine taşırken – ve böylece sivil toplumun bazı bölümlerini ”politize” ederken – devletin etki alanını sivil toplumun içine uzatarak bazı devlet işlevlerini toplumsallaştırır”. Bu, karmaşık ve dinamik yollar izleyebilen çok katlı bir süreçtir. Batı demokrasilerinin bu birbiriyle bağlantılı beş yönelimi kaygı vericidir. Bunlar gösteriyor ki, normal olarak ne yurttaşlara, ne kitle iletişim araçlarına karşı sorumlu ne de hukuk devletine tabi olan siyasal toplamı çoğalmaktadır. Görülüyor ki devlet her zaman kendi lehinde olandan yana fakat demokratik ülkelerde olmaması gereken bu tür engellemelere başvurmuştur.(KEANE, John(1999). Medya ve Demokrasi. Ayrıntı. İst.)

SONUÇ OLARAK

Ele aldığımız unsurlardan biri olan medya’nın görevi özünde devleti denetlemesi, doğruyu eğriyi topluma yansıtması gereken bir araçtır. Fakat bu çoğu zaman böyle olmamaktadır. Çeşitli sebeplerden ötürü yasaklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır.. Medya’nın en büyük görevlerinden biri olan halkı doğru bilgilendirme görevi görülüyor ki bir şekilde sekteye uğramaktadır. Ve toplumların gelişmesinde, demokratikleşmesinde önemli bir rol oynayan medyadan bizim ülkemiz ve diğer modern ve demokratik toplumlarda yeterince yararlanamamaktadır. Devlet denetiminden geçen onaylanmış bilgilerle yetinmek zorun da kalıyoruz. Bizi yönetenlerin ve bize ait olan bir ülkenin gerçeklerinden mahrum kalıyor ya da mahrum bırakılıyoruz. Sorumsuzca yapılan savaşlar bize ya meşru gösterilmeye ya da savaşın yıkıcı etkileri bizim dışımızdaymış bizden uzaktaymış gibi biz verdirilmeye çalışılıyor. İktidarlar kendi güçlerini koruyabilmek adına insanların düşünüp sorgulamasına, ilerici fikir adımlarına karşı her zaman bir savunma içinde oluyor. İktidarların bu yazının başlığı olan haber lama özgürlüğüne aslında ne kadar saygılı olabildikleri bu çalışmamızla sanırım ortaya çıkmıştır. Yapılan bütün müdahaleler halkı kandırmaya ve göz boyama yöneliktir. Demokratik ve çağdaş bir ülke adına bu türden baskılara karşı birlikte mücadele etmeli ve ülkemizde doğru ve dürüst habercilik adına gerekli adımların atılmasına yardımcı olmalıyız. İnsanların yasalarla kazanmış oldukları haber alma özgürlükleri yine farklı tasalarla kısıtlanmaktadır. Bu türden baskılara karşı çıkan medya grupları veya bireysel mücadeleler bu türden baskılara gerkli cevabı vermekte yeterli olmamaktadır. Peki haberden uzak kalmamız bize ne kaybettirir ya da gerçekten bir şeyler kaybeder miyiz? Bu konuya şöyle yaklaşmak zannedersem açıklayıcı olacaktır. Bugün dünyamız da savaşlar olmakta bu savaşlar bize aslında gerçek amacını yansıtmayan sözlerle anlatılmaya ya da anlattırılmaya çalışılıyor. Bu ülke insanlarının kendi gerçeklerini diğer ülkelere ulaştırmalarına imkan verilmiyor. Bunun sonucun bu insanlar bütün dünyanın gözü önünde ölümle burun buruna yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Diğer taraftan savaşta çocuklarını kaybeden asker annelerinin feryatlarına ne demeli, gösterilenlere inanıp çocuklarına savaşa gönderip daha sonra cesetleriyle karşılaşan anneler. Bütün bunlar bugün Amerika’nın dünyada oynadığı bir oyundan kısa sahnelerdi. İşte bunlar bize sadece Amerika’nın bize aslında gösterdiklerinin arkasında olan olaylar. Yine amerikanın ölen askerlerin fotoğraflarını yasaklatması, sanki oralarda her şey güllük gülistanlıkmış gibi vermeye çalışması. Bir ülkenin feryatlarını duymamız engelleniyor neden! İşte tüm yazımız boyunca vermeye çalıştığımız devletin çeşitli kılıflara soktuğu “sansür” yüzünden. Peki biz bu durum içinde olsaydık acaba kendimizi nasıl hissederdik. O zaman gerçekten özgür bir basına ihtiyaç duyar mıydık? Zannedersem kimse buna olumsuz bir cevap veremeyecektir. Kısaca, işte bu yüzden basın özgürlüğüne ihtiyacımız var. Devlet güdümlü basının kimseye bir fayda sağlamadığını sanırım ortaya koyabilmişizdir Dünya’da güvenilir bilgi alışverişinin sağlanamadığı bir ülkede insanlar veya dünyada toplumlar birbirleriyle nasıl sağlıklı iletişim kurabilirler. Nasıl birbirlerinin sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşabilirler. Ve nasıl daha güvenilir bir dünya yaratılabilir.

KAYNAK : http://www.kobimedya.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1&Itemid=25

şive nedir?

Şive konuşma tarzıdır. Şive aksan olarak da adlandırılabilir. Bir dilin bölgesel söyleniş tarzıdır. (Bir ana dilin içinden çıkmış, tarihte ondan ayrılmış kollarına da bir kısım dilbilimci şive demektedir. Kıpçak şivesi gibi.)

Hasan Eren ağız kavramını şöyle tanımlamaktadır: Bir dilin sınırları içinde bölgelere göre değişen söyleyiş özelliği (Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Ankara 1999). Bu durumda, lehçe dışında ağız, şive, aksan aynı anlama gelmektedir. Karadeniz aksanı, Karadeniz şivesi, Karadeniz ağzı gibi.

Şivenin sebepleri fonetik ve morfolojik, folklorik farklılıklardır. Bir şivede en eski dil yapılarından, komşu dillerden öğeler bulunabilir. Coğrafik şartlara göre halkın gırtlak yapısı eski dilin seslerine aşina olabilir (Şanlıurfa ağzında ayın çatlatmak gibi).

Türkiye'de çokşiveli bir dil coğrafyası bulunmaktadır. Ortak dil Türkçenin ortak ağzı İstanbul ağzıdır. Ancak, şive konusu sadece dilbilimine ait bir kavram değil halkbiliminin de yakından incelediği bir konudur.

Anadolu'daki Müslüman Türk, Hıristiyan, Musevi kültür mirası yüzyıllardır bir gelenek görenek inşa etti. Tarih içinde akınlar, göçler, sürgünlerle kuzeyden, güneyden, batıdan, doğudan çeşitli kültürler gelip geçti veya yerleşti. Araplar, Kürtler, Çerkesler, Gürcüler, Lazlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgarlar vb kendi dil ve halk geleneklerini bu coğrafyada yaşattılar. Bütün bu unsurlar halk kültürünü oluşturdu. İşte bugün bir dilin çeşitli şivelerini bütün bu coğrafyayı toplayan İstanbul'da görmek mümkündür: Gitmek örneğinde:

-Karadeniz: cideyrum.

-Ege: gidiyom.

-Trakya: gitcem, örneklerindeki gibi.

Bireylerin anadili ile ana dili farklı olabilir. Anadili Türkçe olan bireyin ana dili Arapça olabilir. Arapçayı aileden öğrendiğinde, gırtlağındaki ayın gibi çatlamalı harfler anadiline yansır. Urfa, Antep ağızlarında böyledir.

Lehçe ile şiveyi karıştırmamalıdır. Lehçe, bir anadilin koludur. Türkçenin belli başlı şiveleri Ege, Orta Anadolu, Trakya, Karadeniz, Rumeli, Doğu, Güneydoğu ağızlarındadır.

Şivelerde dilbilgisi kuralları yoktur. Bölge kültürünü, yöre özelliklerini taşır. Dilde, özellikle konuşma dilinde tekdüzeliği kaldıran, empati uyandıran bir yanı vardır. Sakıp Sabancı merhum, şivesini hiç değiştirmemiş, bir şive simgesidir.

Mitoloji

Mitoloji (Yunanca: μυθολογία, μυθος [mithos] yani “mit” ve λογος [logos] yani “konuşma”) sözcük olarak “mitlerin (tekrar tekrar) anlatılışı” gibi bir anlam barındırır. Çağdaş kullanımda, mitoloji ya belirli bir din veya kültürdeki mitlerin bütününü tanımlar (örneğin: Kelt mitolojisi)ya da mitlerin incelenmesi, yorumlanması, toplanması (belki yeniden oluşturulması) ve benzeri çalışmaları içeren bilgi, bilim dalını tanımlar. Nitekim Concise Oxford English Dictionary mitolojiyi şöyle tanımlamıştır:

“1) Mitlerin, özellikle de belirli bir dinî veya kültürel geleneğe ait olanların, bir bütünü. 2) Yaygın anlamda benimsenmiş fakat abartılmış veya kurgusal bir hikâyeler veya inançlar kümesi. 3) Mitlerin incelenmesi (bilimi).”[1]
Terimin belirtilen anlamları dolayısıyla, mecazi şekilde, belirli bir görüş, trend veya kavramı hayalî (veya efsanevî) olarak etiketlemek için de kullanıldığı olur. Ayrıca günlük kullanımda mit sözcüğü gerçekte doğru olmayan bir hikâye veya anlatı için tercih edilir ve çoğunlukla bir yanlışlık, doğru olmayan unsur vurgusu barındırır. Bununla birlikte bu tip bir mit kullanımı veya anlamı mitolojide kabul edilmez ve kullanılmaz.

Mitoloji, zaman zaman Türkçe’de söylenbilim veya söylencebilim olarak da adlandırılmıştır.

Mastürbasyon

Mastürbasyon kelimesinin Yunanca mezea (μεζεα, "penisler") ve Latince turbare ("karıştırmak") kelimelerinin birleşiminden ortaya çıktığına inanılır. Oxford İngilizce Sözlük ise kelimenin kökenini eski bir varsayıma dayandırarak latince manu stuprare ("elle kirletmek") olduğunu söyler.

Cinsel organın ve vücutta diğer erojen bölgelerin, genelde orgazm oluncaya kadar, ellerin yardımı ile uyarılmasıdır. Kendi kendine ya da başka biri tarafından, mastürbasyon aletleri (sağlıklı olmasa da diğer sivri cisimler) kullanılarak da mastürbasyon yapılabilir.

Hem evcil hem de vahşi hayvanlarda görülen bu eylem doğaldır. Aşırıya kaçılmadığı sürece sağlık açısından bir problem teşkil etmez. Oldukça sürekli bir şekilde tekrarı halinde bağımlılık, koşullanma gibi psikolojik sorunlar görülebilir. Bazı insanların sadece mastürbasyonla orgazm olduğu, cinsel ilişki sırasında boşalamadığı da tespit edilmiştir.

Irza geçme

Irza geçme, kişinin rızası dışında cinsel ilişkide bulunulmasıdır. Genelde erkek tarafından kadına ve kız-erkek çocuklara doğru yapılan bir eylemdir. Tecavüz bir insanlık suçu olarak kabul edilir.

Vajen yolu ile ırza geçme
Kadının vajinasına penis ya da yabancı madde sokulması ile gerçekleşen, kadının rızası dışındaki ırza geçme türüdür.

Vajinal yolla ırza geçmede; genital organlar çevresinde, memelerde, boyunda, uyluk iç yüzlerinde ve gluteal bölgelerde ekimoz, erozyon ve eritem gibi travmatik lezyonlar oluşabilir. Cinsel organlar dışında vücudun diğer yerlerinde de bu gibi belirtiler bulunabilir. Vajina içinde ve dışında genital bölge çevresinde olayın mağduru ve failini iç çamaşırlarında meni ve meni lekeleri bulunabilir.


Livata
Anüs yolu ile yapılan cinsel ilişkiye “livata” denir. Eylem; açıkta ve adaba aykırı olmadıkça, akıl ve bedensel zayıflıktan yararlanılarak gerçekleştirilmedikçe ve zor kullanılmadıkça ırza geçme olarak kabul edilmez.


Oral
Zorla oral birleşmeye zorlamak da tecavüz sayılmaktadır. Eylem; açıkta ve adaba aykırı olmadıkça,akıl ve bedensel zayıflıktan yararlanılarak gerçekleştirilmedikçe ve zor kullanılmadıkça ırza geçme olarak kabul edilmez.


Irza geçmeye teşebbüs
Kişi bütün hazırlıkların tamamlamış, ancak eylemin gerçekleştirilmesi sırasında kişinin elinde olmayan bir nedenle eylem gerçekleşemez ise, bir başka anlatımla kişi amacına ulaşamazsa olay, ırza geçmeye teşebbüstür. Kişinin direnç göstermesi durumunda olay teşebbüs aşamasında kalır. Eksik veya tam teşebbüs halinde anüs ve vajen çevresinde sıyrıklar, ekimozlar ve yırtıklar görülebilir.


TCK
Türk Ceza Kanunu`nda ırza geçmenin tarifi yoktur. TCK 414 üncü maddesi 15 yaşını bitirmemiş bir küçük ile cinsel ilişkide bulunma eylemini; 423 üncü maddesi ise 15 yaşını dolduran kızı evlenme vaadi ile kandırarak kızlığını bozma eylemini ırza geçme olarak kabul etmiştir. Yine TCK “ küçük” nitelemesi ile cinsiyet belirtmemiş ve eylemine göre çeşitli cezalar getirmiştir. Irza geçme eyleminde penisin bekaret zarını geçmiş olması ya da anüs halkasını geçmiş olmasını yeterli sayılmaktadır

Türkiye'de yasal mevzuat açısından eşcinsellik

Türkiye'de mevcut tüm kanunlarda eşcinsellik yönünden bir düzenleme bulunmamaktadır. Aşağıda belirtilen haller dışında iki ve/veya daha fazla kimsenin cinsel ilişkide bulunmaları heteroseksüel ya da eşcinsel farketmeksizin kanuni düzenlemeler yönünden suç teşkil etmemektedir:

Türk Ceza Kanunu
18 yaşını doldurmayanlarla (anal veya vajinal) cinsel ilişkide bulunmak
Irza tasaddi konumunda kalsalar dahi 15 yaşından küçüklerle yapılan her türlü cinsel temas (oral seks, sürtünme vb.)
Umuma açık yerlerde ve başkalarının da görebileceği şekilde uygunsuz davranış ve ilişkilerde bulunmak
Türk Medeni Kanunu
Eşcinsellik boşanma sebebi olarak kabul edilmektedir. Eşcinsel olan eşin sırf bu gerekçeyle evlilik içerisinde kusurlu sayılması kabul edilmiştir.
Askerlik Kanunu
Eşcinsel olmak askerlik yapmaya engeldir.
Kişinin askerlik görevini ifa ederken askeri ortamda ilişkide bulunulması halinde "emre itaatsizlikte ısrar" suçu; eğer kendinden alt rütbede olan biriyle ilişki kurmuş ise "memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma" suçu işlemiş sayılmaktadır.

Türkiye'de eşcinsellik

Eşcinsellik dünyanın farklı yerlerinde benzer yaygınlıkta görülürken, kimi toplumlarda bu kavram tümüyle yok sayılır. Bazı toplumlar diğerlerine göre daha kabul edicidir. Batılı gelişmiş ülkelerde oldukça iyi örgütlendikleri görülen eşcinseller bu sayede kendi haklarını koruyabilmekte, karşılaştıkları sorunlarla (izolasyon, iş bulma güçlüğü, eşcinsellere özel eğlence yerleri) daha kolay başa çıkabilmektedirler. Terapistler de bu tür organizasyonları hem eşcinsellerin hem de ailelerinin sorunlarının çözümünde destek amaçlı kullanmaktadırlar (Davies). Ayrıca bu ülkelerdeki eşcinseller kendilerine özgür cinsellik, daha sosyal bir hayat vs. gibi özelliklerin görüldüğü bir alt kültür oluşturmuşlardır.

Türkiye eşcinseller açısından bakıldığında daha çok reddedici ülkeler grubuna yakın görünmektedir. Bu tür toplumlarda "cinsiyet rolleri" (gender roles) kesin sınırlarla ayrılmıştır ve kadınsı davranan erkeklere tepki vardır. Karşı cinse ait davranışlar göstermekle eşcinsellik eş tutulur. Hatta maço kültürlerde "aktif" rolde cinsel ilişki çoğunlukla erkek baskınlığının bir özelliği gibi görülür ve "pasif" roldekiler eşcinsel olarak nitelenir. Halbuki, aktif veya pasif rolde olmak, eşcinsel ilişkinin varlığını yani aynı cinsiyetle cinsel ilişkiye girildiği gerçeğini değiştirmez. Birçok eşcinsel, ülkemizde hala çok önemsenen evlilik, çocuk sahibi olmak, din ve ahlaki değerlerin baskısı altında ciddi içsel çatışmalar ve sosyal baskılarla karşılaşmakta ve kişi kendisini eşcinsel olarak nitelemekte bile güçlük çekmekte, diğer bir deyişle "kendini bulma" süreci çok daha zor ve uzun olmakta ve homofobik özelliklerin yerleşimi kaçınılmaz olmaktadır. Daha önce sözü geçen, batılı ülkelerdeki eşcinsel destek kuruluşlarından yoksun olan bu grup daha sıkıntılı ve depresif, yer altında kalmış bir alt kültürü yaşamaya mahkum kalmaktadır.

Türkiye'de yaşayan eşcinseller din,gelenek ve görenek çatışması altındadır. Bu da cinselliğini doyasıya yaşayamamak sonucunda sanatta,sporda ve benzeri dallarda başarılı olmayı getirmiştir.

Eşcinsellik değiştirilebilir mi?

Heteroseksüelliğe (karşı cinsellik) dönüşme isteği ile ilgili bazı analitik yaklaşım ve davranışçı terapiler mevcut olup başarıları oldukça şüphelidir. Bu terapiler eşcinselliği heteroseksüellikten daha az arzulanır hale getirmeye ya da eşcinsellikten alınan zevki azaltmaya yöneliktir; gerçekten iyi motive edilmiş bir grupta bile kişinin cinsel ve duygusal yöneliminin değiştirilemeyeceği ortaya çıkmıştır.

Bilim adamları ve doktorlara göre eşcinselliği heteroseksüelliğe dönüştürmeye çalışmak, toplumun bu konudaki olumsuz tutumuna katkıda bulunmaktır; kişi aslında bu dönüşümü gerçekten istememekte, ama baş edemediği çeşitli baskılar nedeniyle istemektedir. Günümüzde doktorlar ayrıca dönüşüm amacıyla yapılacak terapinin doğal olamayacağını savunmaktadır.

Terapistler toplum baskısı ve başvuran için en iyisini yapma konusunda bir ikilem içinde olabilir. Eşcinselliği kabullenme başvuran için bir seçenek olarak sunulmalıdır. Psikoterapistler, başvuranın o anda üstündeki baskıları ve neden başvuruda bulunduğunu ortaya çıkarmalı ve terapinin hedefini netleştirmelidir. Örneğin bazıları terapistlere yalnızca güvence ya da izin almak için gelmiş olabilir.

Eşcinsellik

Kişinin cinsel ilgi ve isteğinin kendisiyle ayni cinsten kişilere dönük olduğu cinsel yönelimin adıdır. Eşcinsel kelimesi, kendi cinsinden hoşlananlara verilen genel bir addır. Erkek eşcinsellere (aynı zamanda tüm eşcinselleri niteleyen) "gay", kadın eşcinsellere "lezbiyen" denir. Sadece kendi cinsine yönelenlere "homoseksüel", hem karşı cinsine, hem kendi cinsine yönelenlere de "biseksüel" denir.

Dinlerin cinselliğe bakışı

Musevîlik
Yahudilerin kutsal kitaplarında zina, putperestlik ile bir tutulmuştur. Tanrı'ya edilen kutsal evlilik yeminini bozulmuş sayılır. Musevîlik'e göre bir başka tapıya ibadet etmek tanrıyı aldatmaktır, ve dolayısıyla zina ederek tanrı aldatılmış sayılır ve bu olgu On Emir'e aykırıdır. Yahudilikte evlilik dolayısı ile cinsel ilişki sadece bir Yahudi bay ve bayan arasında yapılabilir. Başka dinden eş seçilemez. Bunun haricinde Yahudi inançlarına göre aralarında nikâh bağı bulunmayan bir kadın ile erkeğin kapalı bir ortamda yalnız kalması yasaktır. Yahudi inancını benimsemiş olan kişiler karşı cinsten birisine temasta bulunmaktan kaçınır. Eğer kişi karısı ise, yani nikâhlılar ise bu sorun ortadan kalkar.


Hıristiyanlık
Cinsellik, Hıristiyanlık'ta kilisede edilen kutsal evlilik yemininin gerekli bir parçası olarak, çiftin çocuk yapma niyetlerini ortaya koyar. Cinsellik birinin eşine verebileceği en özel fakat pahasız hediyedir. Hıristiyan inançlarında evlilik dışı cinsel yaşam iffet olarak adlandırılır ve cinsel ilişkinin bir meyvesi olarak dünyaya gelen çocuk Tanrı'nın bereketini, büyüklüğünü ve cömertliğini gösterir. Yeni Ahit'te: "Zina edenler, putperestler, aldatanlar... Tanrı'nın krallığının güzelliklerinden yararlanamayacaklardır" denir. Koine Yunancası zinayı porneia olarak adlandırmıştır, günümüzde ahlâk dışı kabul edilen her türlü yazı, çizi ve band kaydının yapılması işine verilen pornografi sözcüğü buradan doğmuştur.


İslâmiyet
İslâm dinine göre, nikâhtan önce cinsel ilişki kesinlikle yasaklanmıştır. İslâm inancına göre kişi kendini nikâh olmadığı takdirde cinsel şeylerden sakınmalıdır fakat nikâhtan sonra karı koca arasında olacak cinsî münasebetlere âdet dönemlerinde olduğu gibi ufak yasaklar dışında sınırlamalar getirilmez. Buna göre bir eşin görevi eşini diğer yönlerde olduğu gibi cinsel yaşamda da mutlu etmektir. İslâm dininin bazı mezheplerinde bir kadına eğer kocası cinsel yönden yeterli gelmiyorsa boşanma hakkı verilir. Hem aldatma hem de nikâh öncesi ilişki Kur'an da yasaklanmış olduğu gibi Şii Mezhebi'nde Mutta Nikâhı adı verilen yöntem ile para karşılığı sözleşmeli evlilik yapılır. Tam bir nikâhın kıyılmadığı bu yöntem ile kişiler dinen helâl hâle gelen cinsel birleşmeyi yaparlar ve sözleşmenin öngördüğü tarihte birbirlerinden ayrılırlar ve birbirlerinden nafaka, tazminat vb. talep etmezler. Fakat Mutta Nikahı birçok alimce yanlış olarak görülmektedir.


Budizm
Kama sutraBudist inancına göre Sekiz katlı asil yol'un beşinci maddesinin gerekleri altında bir kişi ne cinsellikten kopuk olmalıdır, ne de cinselliğe köle olmalıdır. Kişilerin ruhsal gelişmesine aykırı olmadığı sürece cinsellik ile alâkadar olmaları kötü bir davranış olarak kabul edilmez. Evlilikten önce birlikte olmak yasak değildir fakat eşini aldatmak iyi bir davranış olarak kabul görmez. Üstelik cinsellik kişinin daha yüksek bir ruhsal gelişmeye ulaşması için son derece gerekli olduğu öğretilir.


Hinduizm
Hinduizm insanın tüm sorunlarının maddî dünyadan kaynaklandığını söyler. Cinsel tutku ve istekler bir kişiyi ruhsal bilgelikten uzaklaştıran şeylerdir. Doğru yerde ve doğru zamanda olan cinsellik kişiyi Nirvanaya ulaştırmak için bir basamak olabilir. Bunun yanında Kama Sutra kişinin cinsel arzularını bastırmaması, cinsel yaşamını mükemmelleştirerek ilâhi seksi tatması için ortaya çıkmıştır.

Cinsel etik ve yasalar

Birtakım cinsel aktivite ve fantaziler pek çok toplumda tabu olarak yerleşse de, cinsel birleşme insanoğlunun neslinin devamını sağladığı için gerek kültürel gerek ise dinî açıdan -birkaç istisnâ dışında- yasak kabul edilmemiştir.

Cinsel birleşmeye müdahâle eden kültürlerin birçoğu doğal olarak tükenmiş ve birkaç istisnâ dışında ayakta durmamaktadır. Kendilerine Shakers adını veren, Hıristiyanlık'ın bir mezhebi olan bir grup doğuma ve cinsel ilişkiye izin vermez. Günümüzde dışarıdan katılmalar ile birkaç yandaşı bulunan bu oluşumun felsefesine göre eğer bir şekilde çocuk yapıldıysa, çocuk 21 yaşına geldiğinde, tarikattan çıkıp bir yuva mı kurmak istediği, yoksa kalarak hayatına aseksüel olarak mı yaşamak istediği sorulur, bireyin hür irâdesi ile verdiği cevaba göre eğer gitmeyi seçerse kişiye karışılmaz.

Dinlerin ya da kültürlerin cinsellik ve cinsel birleşme ile ilgili olgulara ayıp ya da uygun damgasını vurmuş olması tarih boyunca hemen her toplumda görülmüş bir olaydır. Bu kısıtlamalardan çoğu genelde;

Evlilik öncesi yapılan ilişki (Zina)
Taraflardan en az birinin evli olduğu fakat arada nikâh olmadan yapılan ilişki (Aldatma)
Birinci ya da ikinci dereceden (ebeveynler, kardeşler, evlâtlar, torunlar ve yeğenler gibi...) akrabalar ile yapılan ilişki (Ensest)
İslâm ve Yahudilik gibi bazı dinler ise kadınların özel günleri boyunca kadınlar ile ilişkiye girmeyi yasaklamıştır ve bu periyod boyunca kocaların karılarına karşı cinsel temasta bulunmamaları beklenir. İnançlar yönünün dışında bu günlerde ilişkiye girilecekse de hijyen kurallarına dikkat edilmelidir, zira bu günlerdeki ilişkilerde birçok mikrobun üremesine müsait bir ortam bulunmaktadır.

Birçok ülkede evlenme ve cinsel ilişkiye girme insiyatifinin kişinin özgür iradesine bırakılması yaşı yasalar ile belirlenmiştir. Genel olarak 13 ilâ 18 arasında olan bu yaş sınırının öncesinde ve ya sonrasında karşıdaki kişinin izni olmaksızın ilişkiye girilmesi, ırza geçme ya da tecavüz olarak adlandırılır ve birçok ülkede ciddi suçlar kapsamına girer.

Cinsel ilişkiye engel etkenler

Cinsel ilişki sırasında penisin uyarılması, klitorisin vajinanın tam olarak neresinde bulunduğunu ve boyutuna bağlı olarak, vajinanınkinden çok daha yüksektir. Araştırmalara göre kadınların %70'i ya hiç orgazm olamadıklarını ya da çok nadir olduklarını belirtirler. [2] Yine araştırmalara göre kadınların birçoğu ilişki sırasında uyarılmalarına rağmen orgazm olmak için dış yöntemlere başvururlar. Cehâlet ya da önemsememezlik kadınların orgazm olamamasının ana sebeplerindendir. Orgazm olamama durumu, cinsel uyarının sağlanmasına rağmen, tam doyuma ulaşılamaması durumudur. Bu sendrom, kadınlarda, erkeklere oranla çok daha yaygındır. Bu durum bir takım psikolojik rahatsızlıklardan ya da partnerin kimliğine bağlı olarak ilişkiye karşı isteksizlikten kaynaklanabilir. Partnerini cinsel doyuma ulaştırması gerektiği düşüncesi ve ona yeterli gelememesi endişesi bu sorunu daha da büyütebilir. İlişki sırasında orgazm olamama sorununa karşı mastürbasyon kadınların vücutlarını keşfetmeleri için iyi bir yöntemdir. Bir partnerin yokluğu, bireyin performans eksikliği ve hatâ yapma endişesini ortadan kaldırarak eğlenmesine ve rahatlamasına yardımcı olur. İyi iletişim ve sabır bir bayanın orgazm olamaması sorununu çözebilmesi için gerekli olan faktörlerdendir. Birçok kadın orgazm olamamanın bir sorun olduğunu bilmelerine rağmen, hayatlarında hiç orgazm olamamış, bunun bir sorun olup olmadığını bile bilmeyenler de vardır.

Bazı erkekler, en azından bazı dönemlerde erken boşalma problemi yaşarlar. İktidarsızlığın sebebi bazı sağlık sorunlarıdır. Bu durum Viagra, Cialis ve Levitra gibi reçete ile satılan bazı ilâçlar ile kısmen ve geçici olarak çözülebilir. Yine de doktorlar bu tip ilâçların lüzumsuz kullanımlarına karşı uyarılar yapmaktadır. Cinsel güç arttırıcı ilâçlar genel olarak yüksek kalp krizi riskini beraberinde getirir. Bunun ile birlikte doktorlar sorunları ilâç kullanarak etkisiz hâle getirme işlemlerinin, meseleyi sadece maskelediğini ve altında yatan problemleri asla çözmediğini açıklarlar.

Erkeklerde, cinsel güç yetersizliğinden de çok rastlanan bir başka problem ise erken boşalmadır. Amerikan Üroloji Örgütü (AUO)'ne göre erken boşalma problemi erkeklerin %27'si ilâ 34'ünü etkilemektedir. Erken boşalma her ne kadar bir cinsel problem veya yetersizlik gibi görülse de bir problem olmayıp bir cinsel uyumsuzluktur. Bundan başka kadınlarda alt karın kaslarının istemdışı şekilde kasılarak, ilişkiyi sıkıntılı, ağrılı ve bazen de imkânsız hâle getiren Vajinismus ve farklı sebeplerden meydana çıkabilen Dyspareunia sık sık görülen cinsel sorunlardır.

Cinsel ilişkinin diğer amaçları

İnsanlar, yunuslar ve bonobolar cinsel ilişkiye sadece üreme amacı ile girmezler. Cinsel zevk ve tatmin genelde bu ilişkilerin ana nedenidir. Bu nedenle dişi yumurtlama yeteneğini kaybetmiş ya da hiç sahip değilse bile bu çiftlerin ilişkiye girmesine engel değildir. İnsanlar da, yunuslar da, bonobolar da, grup hâlinde sürdürdükleri yaşam bireysel olarak yapabileceklerinden çok daha başarılı olan sosyal ve zeki varlıklardır. Bu canlılarda seksin yapılış amacı üremeden çok bazı sosyal ihtiyaçlar ile bazı diğer kişisel gereksinimlerdir. Seks daha geniş sosyal yapılar oluşturmak ve sosyal hayatta bir yere sahip olmak için bireyler arasındaki samimiyet bağını güçlendirir. [kaynak belirtilmeli]

Birçok araştırmacı, seksin insan yaşamında üç önemli avantajı olduğunu düşünür: üreme, gönül bağının kuvvetlenmesi ve eğlence. [1] 20. yüzyıl ortalarında başlayarak doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi ile insanlar bu üç ögenin ayrımını daha kolay yapabilir hâle gelmişleridir. Örneğin korundukları hâlde ilişkiye girmekte olan yeni evli bir çiftin amacı sadece cinsel tatmin değil, aynı zamanda da ilişkilerini sağlamlaştırmak, aralarındaki güven duygusunu arttırarak gelecekte bir çocuk sahibi olmaya ön hazırlık yapmaktır.

Üreme Nedir?

Cinsel birleşme insan soyunun üremesinin temel metodudur. Genelde erkekte orgazm ile aynı anda gerçekleşen boşalma işlemi ile birlikte, sperm ya da spermatozoit adları ile bilinen erkek gametlerini içeren meni, ilgili adalelerin kasılması ile vajinanın içine bırakılır. Buraya boşaltılan spermlerin bir sonraki rotası sırasıyla rahim ağzı, uterus (rahim) ve son olarak da fallop tüpleridir. Her bir boşalma ile birlikte, döllenme şansının yüksek olması için milyonlarca sperm hücresi ortaya çıkar. Kadının orgazm olup olmaması gebe kalmak için bir zorunluluk değil ise de, erkeğin boşalması sırasında ya da sonrasında kadının da orgazm olması ile dişi cinsel organının geçici küçülmesi, vajina içerisine boşaltılmış olan spermlerin fallop tüplerine ulaşmasını hızlandırarak gebeliğe yardımcı olur. Eğer fallop tüplerinde verimli bir yumurta hücresi var ise, erkeğin gametleri ile birleşir ve döllenmenin gerçekleşmesi ile sonuçlanır. Döllenmiş yumurta hücresi uterusa ulaştığında ise rahimin içyüzeyine tutunur ve gebelik başlamış olur. Kısır olmayan bireylerin gerçekleştirdiği birleşmelerin, doğum kontrol yöntemleri kullanılmadığı sürece gebelik ile sonuçlanması beklenir.

Sex Nedir?

Cinsel ilişki, sevişme veya seks, insanların üreme şeklidir. İnsanoğlunun soyunun devamını sağlamakla birlikte, sırf cinsel tatmin için de uygulanır.

Cinsel birleşme, ereksiyon olmuş penisin, vajinaya girmesi ile partnerlerden birinin kalçalarını vajina içerisinde sürtünmeyi sağlaması için, genelde penisin tamamını dışarı çıkartmadan ileri-geri hareket ettirmesi ile gerçekleşir. Bu yolla çiftler kendilerini ve birbirlerini, çoğunlukla orgazm ve ejekülasyon (boşalma) gerçekleşene kadar uyarırlar. Sertleşmiş penisin vajina içine girmesi olayı ayrıca intromisyon olarak da adlandırılır.

Atom Bombası Nedir?

Atom bombası, patlamanın kontrolsüz çekirdek tepkimesi yoluyla sağlandığı bomba modelidir. Çekirdek tepkimesi zincirleme ve çok hızlı gerçekleştiğinden ortaya devasa bir enerji açığa çıkar ve bu da patlama ve beraberinde şok dalgası yaratır.


İlkesi [değiştir]Fizyon tipi çekirdek tepkimesine dayalı atom bombalarında yüksek zenginlikte (saflıkta) Uranyum (235U) veya Plütonyum (239Pu) kullanılılır. Günümüzde üretilen bombalar daha çok plütonyum içeriklidir. Bu yüksek zenginlikte malzeme, zenginleştirme tesislerinden ya da nükleer reaktörlerden elde edilmektedir.

Zincirleme çekirdek tepkimesinin gerçekleşmesi için, ortamın kritik adı verilen seviyede ya da üstünde olması gerekmektedir. Bunun sağlanması için gereken belli miktarda kütle ve bu kütlenin de belli bir hacimde olmasıdır. Bu gereken en az kütleye kritik kütle, hacime de kritik hacim denir. Atom bombalarına kritik kütle sağlanacak miktarda malzeme konur fakat bu malzeme öyle bir dağınık yerleştirilir ki, kritik hacim şartı sağlanamaz ve bu sayede bomba beklerken ya da taşınırken tamamen güvenli bir şekilde durur.

Atom bombasında patlamanın gerçekleşmesi için nükleer malzeme dışında iki ayrı önemli bölüm daha vardır. Bunlardan biri tetiklemeyi yapacak olan fünye diyebileceğimiz parçadır. Genelde dinamit kullanılır. Bombanın patlaması için bu az miktardaki dinamit ilk olarak patlar ve patlamanın etkisi ile dağınık nükleer malzeme bir ayara gelerek kritik hacme ulaşır. İkincisi ise nötron kaynağıdır. Artık kritik kütlede ve hacimde olan malzemede zincirleme çekirdek tepkimesini bu nötron kaynağından çıkan nötronlar başlatır ve bundan sonrası kontrolsüz bir biçimde devam eder ve patlama gerçekleşir. 1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin attığı bombalar Japonya'yı neredeyse yok etmiştir. Termonükleer bombanın bulunmasından sonra atom bombası taktik silahı olmuştur. Nükleer silahların üretimine başlanmasına neden olmuştur. İlk olarak Nazi Almanya'sına atılacaktı. Ama savaşta Almanya yenilince Japonya'ya atıldı.


Tarihi [değiştir]İkinci Dünya Savaşı sırasında, Manhattan Projesi adıyla, ilk çalışmalar başladı. 1942 yılında ABD'nin New Mexico eyaletindeki Los Alamos bölgesinde gizlice bir grup ünlü bilimadamı toplandı. Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 3 yıl çalıştıktan sonra ilk bombayı yapmaya başardılar. Aynı esnada Tennessee eyaletinin Oak Ridge kasabasında gizli bir üs daha kuruldu. Burada da patlayacak zengin malzemenin üretimi çalışmaları başladı.

İlk atom bombasının denemesi 16 Temmuz 1945 günü Meksika sınırına yakın Alamogordo çölünde gerçekleştirildi. "Trinity" kod adlı bu denemede patlamanın şiddeti inanılmazdı. Hesaplanan patlama 16 bin ton dinamitin patlamasına eşdeğerdi ve o güne kadarki bombalardan çok daha şiddetliydi. Bu başarının üzerine atom bombasının Japonya’nın iki önemli şehrinde kullanılması kararlaştırıldı.


Hiroşima6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom bombası Enola Gay isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. 3 gün sonra, 9 Ağustos 1945 günü ise ikinci atom bombası, Bockscar isimli uçaktan Nagasaki'ye atıldı. Bu iki bomba, patlama, ısı, radyasyon gibi etkileri ile, 100 bin üzerinde insanı öldürdü. Amerika bombalamaya devam edeceğini açıklayınca, 15 Ağustos'ta Japonya teslim oldu.

Bu tarihten sonra çeşitli ülkeler de atom bombası yapmaya başladılar jdgth http://transistor.tr.gg

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Atom_bombas%C4%B1"'dan alındı

Sosyal Bilgiler Nedir?

Sosyal Bilgiler ilköğretimde işlenen haftalık en az 3 saat yada değişebilir 4 önemli dersten birtanesidir.4. sınıftan 8.sınıfa kadar işlenen bir dersdir.Sosyal bilgiler lisede birimlere ayrılır.Bunlar;

Coğrafya
Felsefe
Tarih'tir.
Sosyal Bilgiler sözel bir derstir

Kroki nedir?

Bir yerin başlıca özelliklerini gösteren taslak çizime kroki denir.

Bilgi-evi Paylaşımın yeni adresi

Sende Öğrenmek istediklerini sor veya bildiklerini bilmediklerinle paylaş.